Buket AFKAN
Köşe Yazarı
Buket AFKAN
 

Utanmayı bilmeyen insanlarla böyle başa çıkılmaz!

Sosyal bilimcilerin çok sık dile getirdiği bir saptamadır: Doğu toplumlarında utanç, Batı toplumlarında suçluluk duygusu hakimdir. Batı insanındaki suçluluk duygusu aslında Hıristiyan inancının kökenlerinde bulunuyor. Adem ve Havva’ya kadar uzanan bir “günahkar doğma” bilinci var kültürlerinde.   Doğu toplumlarında ise kolektifin birey üzerindeki baskısı utanç duygusunun kaynağıdır. Bu sadece İslam toplumlarında değil, Uzakdoğu toplumlarında da böyledir. Bireyin toplum içerisinde eritilmesinden kaynaklanır. Biz bütünlüğü, aynılığı, uyumu bozacak her davranıştan kaçınırız. Kazara böyle bir eylemde bulunursak da utanç duygusuyla eziliriz. Bu da bizim gibi toplumlarda bireyin ortaya çıkmasına engel olan en önemli mekanizmalardan biridir. Birey ortaya çıkmazsa ne olur? İcat olmaz, yenilik olmaz, özgün fikirler olmaz, sanat olmaz, kültür olmaz; sonuçta gelişim olmaz. Şimdi bazılarınız şöyle itiraz edebilir: Ne utanmasından bahsediyorsun sen, her yer utanmaz insan doldu. Keşke biraz utanmayı bilseler! Bunu söyleyenlere hemen “Tamamen haklısınız” derim ama konuyu biraz derinleştirmemiz gerekecek şimdi... Son on yıllar içinde, bizim kültürümüzü de etkisi altına alan, “tüketim kültürü” olarak adlandırılan kapitalizmin yeni evresi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal çözülme, çok tehlikeli psikopatolojileri de beraberinde getirdi. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarına kadar temel savunma mekanizması bastırma olan “nevrotik” dediğimiz, içsel çatışmaları yüzünden ıstırap çeken insanlarla ilgilenen psikiyatri, artık kişilik bozukluğu denilen ve bölme, inkar, yansıtmalı özdeşleşim gibi ilkel savunma mekanizmaları ile hareket eden çok tehlikeli psikopatolojilerle uğraşıyor. Yani artık psikolojik sorunları olan insanlar geçmişteki gibi kendilerini fazla bastıran bireyler değil, aksine kendi dürtülerini doyurmak için ötekileri bastıran, sindiren, yönlendiren, kandıran, muhataplarının zihinleriyle oynayan narsistik, sosyopatik ve paranoid özellikler taşıyan epey tehlikeli insanlar. Giderek artıyorlar. Ne utanmaları var, ne suçluluk duyguları! Rahatlıkla yalan söyleyebiliyorlar, insanları kendi hedefleri için kullanıyorlar, kesinlikle vicdan azabı duymuyorlar, makyavelistler, asla empati duymuyorlar, egoistler, kendilerini herkesten üstün görüyorlar, ahlaki hiçbir kriterleri yok. Peki, giderek artan bu patolojilerden mustarip tiplere bizim toplumumuzun tepkisi ne kadar sağlıklı? Benim gözlemlediğim kadarıyla iki tip tepki veriyoruz ve ikisi de sağlıklı değil. Bazıları, bu insanların manipülasyonlarının etkisi altına giriyor. Bizim gibi bireyin silik olduğu bir toplumda, bu tip insanlar etkileyici bulunabiliyor. Onlarda utanma duygusu olmadığını göremiyorlar da bu öne çıkan, yüksek sesle konuşan, iddialı tavırlara sahip insanlara hayranlık besleyebiliyorlar. Zaten onların da en büyük amacı bu; hayran toplamak! Bir diğer grup da her konuda olduğu gibi “Bana bulaşmasın da naparsa yapsın” ya da “En iyisi hiç muhatap olmamak” diyenler. Aslında bu iki gruptaki insanlar da utanç duygusuyla hareket ediyor. İlk grup kendileri gibi utangaç olmadıkları için, kendilerinin yapmak isteyip yapamadıklarını yaptıkları için bu insanların peşine düşüyor. Diğerleri ise utandıkları için “Kardeşim bu da yapılmaz ki!” deyip dikkatleri üzerine çekmek istemiyor. “Ya bana da bulaşırsa, ya beni de rezil ederse” diye korkup kenardan seyrediyorlar. Bu sosyopat kişi, bazen apartman yöneticimiz olabiliyor, bazen her gün kullanmak zorunda olduğumuz toplu taşıma aracının sürücüsü, devlet memuru, sosyal medya fenomeni, gazeteci olabiliyor; bu insan eşimiz, arkadaşımız, hatta ebeveynimiz olabiliyor. Bu sosyopatlar her gün birilerinin canını yakabiliyor, çünkü biz sadece izliyoruz, hayranlıkla ya da korkuyla, ama izliyoruz! Biz cemaat içinde erimek, görünmez olmak, dikkati çekmemek arzusuyla; eleştirilmek, suçlanmak, ayıplanmak korkusuyla meydanı bu sosyopatlara bırakıyoruz. Bunların takipçileri olup layklara boğanlar kadar kenarda sessizce durup “Bu toplum nereye gidiyor” diye söylenenler de aynı derece sorumluluk sahibidir. “Gerekirse pislikleri bana da sıçrasın, ben kendime güveniyorum, bununla başa çıkabilirim, doğru bildiğimi korkmadan söylerim, ben önce kendi vicdanıma hesap veririm, beni korkutamazlar, beni sindiremezler” diyebilecek, olgun savunma mekanizmalarını kullanabilen gerçek yetişkinlere ihtiyaç var. Yetişkin ne utanç duygusunun ne de suçluluk duygusunun esiridir. Utanmayı da suçluluk duymayı da bilir. Bunların insana özgü doğal duygular olduğunu kabul eder ve duygularını yönetir, duygularının esiri olmaz. Kapımızın önündeki sosyopatları biz süpürmezsek, evimizin içine kadar girecekler! Toplumu yasalar, polisler, yargıçlar koruyamaz, toplumu farkındalığı yüksek, sorumluluk alabilen, doğruyu yanlıştan ayırdıktan sonra yanlışla mücadele edecek cesarete sahip tek tek bireylerin çabası koruyabilir. Birey olmaktan utanmak en büyük sorunumuz değil mi yani?          
Ekleme Tarihi: 17 Ekim 2022 - Pazartesi

Utanmayı bilmeyen insanlarla böyle başa çıkılmaz!

Sosyal bilimcilerin çok sık dile getirdiği bir saptamadır: Doğu toplumlarında utanç, Batı toplumlarında suçluluk duygusu hakimdir.

Batı insanındaki suçluluk duygusu aslında Hıristiyan inancının kökenlerinde bulunuyor. Adem ve Havva’ya kadar uzanan bir “günahkar doğma” bilinci var kültürlerinde.  

Doğu toplumlarında ise kolektifin birey üzerindeki baskısı utanç duygusunun kaynağıdır. Bu sadece İslam toplumlarında değil, Uzakdoğu toplumlarında da böyledir. Bireyin toplum içerisinde eritilmesinden kaynaklanır.

Biz bütünlüğü, aynılığı, uyumu bozacak her davranıştan kaçınırız. Kazara böyle bir eylemde bulunursak da utanç duygusuyla eziliriz. Bu da bizim gibi toplumlarda bireyin ortaya çıkmasına engel olan en önemli mekanizmalardan biridir.

Birey ortaya çıkmazsa ne olur? İcat olmaz, yenilik olmaz, özgün fikirler olmaz, sanat olmaz, kültür olmaz; sonuçta gelişim olmaz.

Şimdi bazılarınız şöyle itiraz edebilir: Ne utanmasından bahsediyorsun sen, her yer utanmaz insan doldu. Keşke biraz utanmayı bilseler!

Bunu söyleyenlere hemen “Tamamen haklısınız” derim ama konuyu biraz derinleştirmemiz gerekecek şimdi...

Son on yıllar içinde, bizim kültürümüzü de etkisi altına alan, “tüketim kültürü” olarak adlandırılan kapitalizmin yeni evresi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal çözülme, çok tehlikeli psikopatolojileri de beraberinde getirdi.

Geçtiğimiz yüzyılın sonlarına kadar temel savunma mekanizması bastırma olan “nevrotik” dediğimiz, içsel çatışmaları yüzünden ıstırap çeken insanlarla ilgilenen psikiyatri, artık kişilik bozukluğu denilen ve bölme, inkar, yansıtmalı özdeşleşim gibi ilkel savunma mekanizmaları ile hareket eden çok tehlikeli psikopatolojilerle uğraşıyor.

Yani artık psikolojik sorunları olan insanlar geçmişteki gibi kendilerini fazla bastıran bireyler değil, aksine kendi dürtülerini doyurmak için ötekileri bastıran, sindiren, yönlendiren, kandıran, muhataplarının zihinleriyle oynayan narsistik, sosyopatik ve paranoid özellikler taşıyan epey tehlikeli insanlar.

Giderek artıyorlar. Ne utanmaları var, ne suçluluk duyguları!

Rahatlıkla yalan söyleyebiliyorlar, insanları kendi hedefleri için kullanıyorlar, kesinlikle vicdan azabı duymuyorlar, makyavelistler, asla empati duymuyorlar, egoistler, kendilerini herkesten üstün görüyorlar, ahlaki hiçbir kriterleri yok.

Peki, giderek artan bu patolojilerden mustarip tiplere bizim toplumumuzun tepkisi ne kadar sağlıklı?

Benim gözlemlediğim kadarıyla iki tip tepki veriyoruz ve ikisi de sağlıklı değil.

Bazıları, bu insanların manipülasyonlarının etkisi altına giriyor. Bizim gibi bireyin silik olduğu bir toplumda, bu tip insanlar etkileyici bulunabiliyor. Onlarda utanma duygusu olmadığını göremiyorlar da bu öne çıkan, yüksek sesle konuşan, iddialı tavırlara sahip insanlara hayranlık besleyebiliyorlar. Zaten onların da en büyük amacı bu; hayran toplamak!

Bir diğer grup da her konuda olduğu gibi “Bana bulaşmasın da naparsa yapsın” ya da “En iyisi hiç muhatap olmamak” diyenler.

Aslında bu iki gruptaki insanlar da utanç duygusuyla hareket ediyor. İlk grup kendileri gibi utangaç olmadıkları için, kendilerinin yapmak isteyip yapamadıklarını yaptıkları için bu insanların peşine düşüyor.

Diğerleri ise utandıkları için “Kardeşim bu da yapılmaz ki!” deyip dikkatleri üzerine çekmek istemiyor. “Ya bana da bulaşırsa, ya beni de rezil ederse” diye korkup kenardan seyrediyorlar.

Bu sosyopat kişi, bazen apartman yöneticimiz olabiliyor, bazen her gün kullanmak zorunda olduğumuz toplu taşıma aracının sürücüsü, devlet memuru, sosyal medya fenomeni, gazeteci olabiliyor; bu insan eşimiz, arkadaşımız, hatta ebeveynimiz olabiliyor. Bu sosyopatlar her gün birilerinin canını yakabiliyor, çünkü biz sadece izliyoruz, hayranlıkla ya da korkuyla, ama izliyoruz!

Biz cemaat içinde erimek, görünmez olmak, dikkati çekmemek arzusuyla; eleştirilmek, suçlanmak, ayıplanmak korkusuyla meydanı bu sosyopatlara bırakıyoruz.

Bunların takipçileri olup layklara boğanlar kadar kenarda sessizce durup “Bu toplum nereye gidiyor” diye söylenenler de aynı derece sorumluluk sahibidir.

“Gerekirse pislikleri bana da sıçrasın, ben kendime güveniyorum, bununla başa çıkabilirim, doğru bildiğimi korkmadan söylerim, ben önce kendi vicdanıma hesap veririm, beni korkutamazlar, beni sindiremezler” diyebilecek, olgun savunma mekanizmalarını kullanabilen gerçek yetişkinlere ihtiyaç var.

Yetişkin ne utanç duygusunun ne de suçluluk duygusunun esiridir. Utanmayı da suçluluk duymayı da bilir. Bunların insana özgü doğal duygular olduğunu kabul eder ve duygularını yönetir, duygularının esiri olmaz.

Kapımızın önündeki sosyopatları biz süpürmezsek, evimizin içine kadar girecekler!

Toplumu yasalar, polisler, yargıçlar koruyamaz, toplumu farkındalığı yüksek, sorumluluk alabilen, doğruyu yanlıştan ayırdıktan sonra yanlışla mücadele edecek cesarete sahip tek tek bireylerin çabası koruyabilir.

Birey olmaktan utanmak en büyük sorunumuz değil mi yani?

 

 

 

 

 

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.