Bu kentte yerel gündemi takip eden herkesin son dönemde bizi konuştuğunu biliyorum. Demek ki açık iletişim kurmanın zamanı geldi.
Biz başkaları gibi gizli gündemleri olan, kafa koparmaya çalışan, insanları aba altından sopa göstererek korkutan, yargıyı etki altına almak için manipülasyon yapan, para peşinde koşan, reklam için takla atan, şantajla karnını doyuran o müsveddelerden değiliz. Bir kere bunu bilelim.
Biz açıkça şunu yapıyoruz: Yasa, ahlak, vicdan, namus, töre, akıl, mantık tanımayanlara cevap veriyoruz.
Her yolu denedik çünkü. Eğer her yolu denemeseydik bugün burada olmazdık.
Hadi adını koyalım: Anladıkları dilden konuşuyoruz!
Bataklıktaki sinek gibi karşımızdakiler. İftira, yalan, hakaret, şantaj, kişisel verileri ele geçirme ve yayma, tehdit bataklığının ortasında bulduk kendimizi.
Biz onları kendi gerçeklikleri ile yüzleştiriyoruz.
Tahsin Keskin, öncelikle sana iki çift lafım var:
Sen gazeteci değilsin. Nokta.
Sen reklam almak için şirketine, gazeteciliği kullanan bir tüccarsın. Nokta.
İsmet Çiğit, seninle uzun süre mesai yaptıktan sonra bir yazı kaleme aldı.
Son Kale gazetesinde yazmaya başladığı birinci haftanın sonunda yayımladığı yazıda seni deşifre etti.
Ne dedi?
“Emin olun sevgili dostlar, son bir haftadır çok mutluyum.... Bulunduğum ortamda “Kimi nereye nasıl aday yaparız?” muhabbetleri geçmiyor….
Bulunduğum ortamda “Kimden kaç paralık reklam kopartırız? Kimi nasıl korkutur veya kimi nasıl şişiririz?” tartışmaları yapılmıyor.”
Sen ne yaptın bunun karşılığında? “PUŞT” başlığı ile bir süprüntü yazıp İsmet Çiğit’in adını verme cesareti bile gösteremeden adama bin tane hakaret ettin.
Sen korkaksın. Sen sinsisin. Sen hesapçısın.
Sen Tahsin Keskin, düşmanının adını açık açık yazamayacak, düşmanının gözlerinin içine bakarak konuşamayacak kadar mertlikten uzak bir varlıksın.
Sen dün sana hakaret eden, hakkında en iğrenç lafları eden insanlarla yarın çıkar birliği yapacak kadar omurgadan yoksunsun.
Örnek verelim mi?
Faruk Bostan ve Abdullah Kaya ile mahkemelik değil misin sen? Onları “Kandıra soğuktur” diye tehdit etmedin mi defalarca? Her yerde dinletiyorlar senin telefon konuşması kayıtlarını. Bunu biliyorsun da üstelik!
Haklarında “İslami vakıf telefonundan 900’lü hatları arıyorlar”a varacak kadar ağır yazılar yazmadın mı? Sen bu adamlara “lağım fareleri” demedin mi?
Bu adamlar seni FETÖ’cü yapmadı mı, 9 sütuna hakkında bin tane iftira atıp seni kente afişe etmedi mi?
Bu adamların senin hakkında neler söylediğini sana anlatmadım mı Tahsin Keskin? Sana demedim mi ben “Hakkında bel altı şakalar yapıyorlar herkesin ortasında, adını kötüye çıkarıyorlar” demedim mi Tahsin Keskin?
Sen şimdi bunlardan medet umacak hale mi geldin? Kanlı bıçaklı düşmanlarınla birlik olup benimle uğraşabileceğini mi sandın? Sizde hiç mi ar duygusu yok? Sizde hiç mi onur, şeref, namus duygusu yok? Siz ne yaşadınız da bu hallere düştünüz? Hiç mi sevgi görmediniz çocukluğunuzda ki sizi sırtınızdan bıçaklayanların kollarına atıyorsunuz kendinizi?
Sen Tahsin Keskin, düşman bellediğin insanların fizyoterapi merkezi açılışına katılan başta Tahir Büyükakın olmak üzere muhafazakar siyasetçilere “fuhuş yuvası açılışına katıldılar” diye çamur atarsın. Ama düşmanının adını bile yazamazsın. Delikanlılığı ben size öğretemeyeceğimi biliyorum Tahsin Keskin!
Peki ya sen Faruk Bostan?
Senin İbrahim Bıyıklı’ya şantaj yaptığını iddia eden, bu konuda tanıklık yapan, senin tutuklanmana sebep olan, sana “lağım faresi” diyen birine kalkan olmaya karar verirken “insanların bir hafızası var, rezil olurum” diye düşünmedin mi hiç?
“Düşünmek” ve “karar vermek” gibi fiilleri kullanırken hata yaptığımın farkındayım. Sen, çıkarın neyi gerektiriyorsa dürtüsel bir şekilde yaparsın. Asla düşünmedin, asla karar vermedin ki sen. Sen, dürtülerine esir olmuş savrulan bir yaratıksın. İnsan düşünür, insan karar verir. O mertebeye ulaşamayacağın çok açık.
Sizden mi öğreneceğiz yahu biz gazeteciliği? Sizden mi öğreneceğiz namusu, şerefi, onuru?
Ben İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümünden mezun oldum. Bitirme projemi yerel gazetecilik üzerine yaptım. 25 yılımı bu işe verdim. Azıcık da olsa gazeteciliğin ne olduğunu biliyorum. Mesela şunu biliyorum: Siz gazeteci değil, çıkar odağısınız.
Faruk Bostan, seninle çalıştığım dönemde “Bu şehirdeki en iyi gazeteci” bendim. Şimdi “sözde” gazeteci mi oldum? Senin kirli çamaşırlarını ortaya döktüm diye mi aldın bu virajı?
Hayatınız yalan sizin!
Gelelim Cezmi Çiçek’e...
Sizin Cezmi Çiçek’le derdiniz ne? Süprüntü internet sitelerinizde bir gün “katil” yapıyorsunuz adamı, bir gün “çevre katliamcısı”, bir gün “hırsız”, bir gün “dolandırıcı”.
Siz akıl hastası mısınız?
Bu adam katilse, çevre katliamı yapıyorsa, hırsızsa, dolandırıcıysa neden elini kolunu sallayarak özgürce dolaşıyor?
Bu ülkede polis mi yok, jandarma mı yok, savcı mı yok, hakim mi yok? Niye bir taraflarınızı yırtarcasına her gün bu adama saldırıyorsunuz?
“Vadi Besicilik çevreyi kirletti” iddiasıyla yapılan haberler bile asılsız çıktı. Vadi Besicilik aklandı, bunu da çok iyi biliyorsunuz ama sizin derdinizin ne olduğunu da biz biliyoruz.
Sizin derdiniz bitmez. Şantaj suçlamasıyla yargılanan Faruk Bostan’ın bizimle derdi bitmez. Reklam almak için insanları yağlayan, reklam alamadıklarına en ağır hakaretleri eden Tahsin Keskin’in derdi bitmez.
Bataklığınızda beslenip sıtma yaymaya devam edeceksiniz.
Biz de işimizi yapacağız.
Ben inandığım bir mücadelenin içindeyim. Çünkü önce düşündüm, sonra karar verdim.
Susturamayacaksınız.