Dün Kocaeli’nin yeni basın kuruluşu Nokta Medya’nın resmi açılış törenine katıldım. Kentimizde basının güçlenmesi adına atılmış her adımı şükranla andığımız gibi bu girişimi de sevinçle karşıladık. Arkadaşlarımızın yolu açık olsun.
Törende, bazıları çok eski gazeteci arkadaşlarımla karşılaşıp sohbet etme imkanı bulmak benim için büyük bir keyif oldu. O kadar kalabalıktı ki bazı arkadaşlarımı sadece uzaktan görebildim, karşılaşma fırsatım olmadı.
İstanbul’da olduğum için uzun yıllardır, Kocaeli basınını böyle bir arada görme fırsatı yakalayamamıştım. Benim için daha da hoş bir deneyim oldu o nedenle.
İnsanın kendini bir cemiyete ait hissetmesi, aslında temel psikolojik ihtiyaçlarından biridir. Keşke bu ihtiyacımızı daha fazla karşılayabileceğimiz buluşmalar gerçekleşse...
Yıllardır görmediğiniz meslektaşlarınızla sanki dün birlikteymişsiniz gibi kaldığınız yerden sohbete devam edebilmek çok değerli.
Konuşmalar sırasında fark ettim ki, bir “biz” varsa Kocaeli basını olarak bir de “öteki” oluşmuş. Tüm sohbetler dönüp dolaşıp o “öteki”ne geliyor.
Kocaeli basınının ötekisi Faruk Bostan ve avanesi olmuş. Bünyeye girmiş bir virüs gibi bahsediliyordu bu çevreden.
Kimi yüzünü buruşturarak, kimi müstehzi bir gülümsemeyle, kimi hak ettikleri sıfatları sayarak, bu tiplerin Kocaeli basınına verdiği zarardan dem vuruyordu.
Yerel basın mensubu olmak zaten zordur sevgili okurlar. Taşrada olmanın, en iyi teknolojilere ve çalışma şartlarına sahip olmamanın, yeteri kadar iyi maaş alamamanın, yeterli kurumsal ve yasal korumaya sahip olamamanın getirdiği zorluklardan bahsediyorum.
Bu dezavantajlar, sizin toplumda hak ettiğiniz saygıyı görmenizi de engelleyebiliyor. Basın mensubu olmak gibi şerefli bir görevi layıkıyla yerine getirmek için bin bir özveriyle çalışırken, maalesef ulusal medyadaki meslektaşlarınızın toplumsal statüsüne sahip olamıyorsunuz.
Bir de üstüne camianıza sızan ve kendini gazeteci olarak tanıtarak bin bir fırıldaklık yapan tipler ortaya çıkınca tadınız iyice kaçıyor.
Hayata pavyon kapılarında mendil satarak başlamak, kariyerini işportacılık, çaycılık ve vinççilikte yapmak ayıp değildir ama iki kelimeyi doğru yazamayan, üç kelimelik bir cümle kurmaktan aciz, oturmayı kalkmayı bilmeyen, ağzından çıkanı kulağı duymayan bir insan olarak gazeteciliğe soyunmanız ayıptan da öte, bizim gibi onuruyla mesleğini yapmaya çalışan emekçilere hakarettir sadece.
Şunu da söylemem gerekiyor: Faruk Bostan sadece gazetecilik yaptığını iddia ettiği için tepki toplamıyor, kendini “efsane gazeteci” ilan ettiği için de kimsenin gocunduğu yok.
Bizi asıl rahatsız eden mesleğimize sürülen leke, itibarımıza kan kaybettirmesi. Biz böyle şuurunu kaybetmiş tipler yüzünden mesleki onurumuzu yitirmek istemiyoruz. Adı her gün bir başka suçla anılan birinin “gazeteci” olarak tanınmasını sindiremiyoruz. Biz de vebal altında kalıyoruz çünkü.
Şerrini üstüne çekmek istemediği için kimse bunlarla muhatap olmuyor. İftiralarla, hakaretlerle, çirkin karalamalarla üzerinize geliyorlar çünkü. Kimse de bunlarla uğraşmak istemiyor tabii.
Bazı arkadaşlarım bana cesaretim yüzünden “Don Kişot” diyor. Bir de bana nasıl saldırdıklarını görseler, ne derler acaba?
Bana ettikleri hakaretleri görseniz yüzünüz kızarır, bir kadına nasıl böyle iğrenç sözler edebildiklerine inanamazsınız. Faruk Bostan ve avanesinin bildiğinizin çok ötesinde ucubeler olduğunu anlamanız için o hakaretleri görmeniz yeterli.
Her yerden engellememe rağmen gazetenin paneline yorum şeklinde her gün yeni pislikler döşenecek kadar alçalabiliyorlar. Ama savcı hepsini görüyor. Namusuyla mesleğini yapıp ekmek parası kazanan bir kadına ettikleri iğrenç hakaretlerin cezasını yargıdan alacaklar.
Dün Basın Onur Günü’ydü. Ben alnım açık bir şekilde işimin başındayım. Sadece kendilerini küçülten bu hakaretlerle beni üzebileceklerini, sinirlerimi bozabileceklerini sanıyorlarsa beni hiç tanımadıklarındandır.
Haklarındaki gerçekler ortaya çıktıkça ağızlarından köpükler saçarak bir Türk kadınına ağza alınmayacak küfürlerle saldıranlar sonunda kaybedecek.
Benim gibi korkusuz, başı dik, namuslu olanlar ise kazanacak!